Gözardı Etmemek Ne Demek? Edebiyatın Hafızasında Görmezden Gelmenin Sessizliği
Bir Edebiyatçının Bakışıyla: Görmenin ve Görmezden Gelmenin İnceliği
Bir edebiyatçı için kelimeler yalnızca anlatmak için değil, görmek için de vardır. Çünkü her hikâye, bir şeyin “gözardı edilmemesi” ile başlar. Edebiyat, görmenin sanatı olduğu kadar, fark etmenin de ahlakıdır. Gözardı etmemek ifadesi, yüzeyde basit görünse de, derinlerde insanın vicdanıyla kurduğu ilişkinin yansımasıdır. Bu ifade, hem bir dikkat çağrısıdır hem de bir sorumluluk anıdır: bir insanı, bir duyguyu ya da bir gerçeği fark etmek ve onu sessizliğe terk etmemek.
Edebiyatın tarihine baktığımızda, tüm büyük metinler aslında “gözardı etmemenin” ürünüdür. Bir yazar, dünyanın kenarında kalmış bir sesi duyduğunda yazmaya başlar. Dolayısıyla “gözardı etmemek”, edebi bir duruş, bir vicdan eylemidir.
Edebiyatta Görmek: Gerçeğin ve Sessizliğin Arasındaki İnce Çizgi
Edebiyatta “gözardı etmemek”, sadece fark etmek değil; aynı zamanda anlamak, kaydetmek, dile getirmek demektir.
Tolstoy’un Savaş ve Barış’ında savaşın büyüklüğü kadar sıradan insanların hikâyelerine de yer vermesi, bir yazarlık tercihinden çok bir etik tavırdır: kimseyi gözardı etmemek.
Benzer şekilde, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı toplumun dışında kalmış bir bireyin sesidir. Toplum onu görmezden gelir; o ise edebiyat aracılığıyla varlığını haykırır.
Modern edebiyatta da bu tavır devam eder. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, gözardı edilen bireyin romanıdır. Selim Işık’ın sessizliği, toplumun kalabalığı içinde duyulmaz hâle gelen bir ruhun hikâyesidir. Atay, okura şunu hatırlatır: Birini anlamak için önce onu görmelisin — onu gözardı etmemelisin.
“Gözardı Etmemek” Bir Anlatı Etiği Olarak
Bir metinde “gözardı etmemek”, karakterlerin derinliğine inmek demektir. Karakter yalnızca eylemleriyle değil, sessizlikleriyle de anlatılır. Edebiyat, çoğu zaman bu sessizlikleri görünür kılar. Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’inde, toplumun arka planında kalan duyguların anlatımı bu yüzden önemlidir. Woolf, gözardı edilen düşünceleri, anlık bilinç akışlarını romanın merkezine taşır.
Bu bağlamda “gözardı etmemek”, bir yazı etiği hâline gelir. Her kelime, bir farkındalık eylemidir. Yazmak, unutmamakla başlar. Çünkü edebiyat, unutturulanları hatırlatmak için vardır.
Bir şairin bakışıyla düşünelim: Bir çocuğun gözyaşını, bir annenin sessizliğini, bir işçinin yorgun elini fark etmek — hepsi gözardı etmemenin biçimleridir. Edebiyat, bu fark edişlerle insana yeniden insan olduğunu hatırlatır.
Gözardı Etmenin Toplumsal ve Ruhsal Boyutu
Edebiyatta gözardı etmek, yalnızca bireysel bir körlük değildir; aynı zamanda toplumsal bir unutkanlıktır. Bir toplum, kendi hikâyelerini yazmazsa, kendi yaralarını da iyileştiremez.
Bu noktada gözardı etmemek, bir tür kültürel hafıza eylemidir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unda geçmişle hesaplaşamayan bir milletin ruh hâli vardır. Tanpınar, zamanı, hatırlamayı ve görmezden gelmenin bedelini anlatır. “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında” diyen karakterler, aslında görmezden geldikleri kendi tarihlerinin yükünü taşır.
Edebiyat bize şunu söyler: Gözardı ettiğimiz her şey bir gün geri döner — bazen bir cümlede, bazen bir bakışta, bazen de sessizlikte.
Bir Vicdan Olarak Edebiyat
“Gözardı etmemek”, yalnızca bir davranış biçimi değil, aynı zamanda bir vicdan çağrısıdır.
Yazar, bir olayı, bir kişiyi, bir duyguyu görmezden gelmediğinde, aslında insanın varoluşuna tanıklık eder. Tanıklık kavramı burada edebiyatın merkezindedir: yazmak, tanık olmaktır.
Nazım Hikmet’in dizelerinde bir işçinin terini, Orhan Pamuk’un romanlarında bir sokağın ruhunu, Latife Tekin’in metinlerinde yoksulluğun sesini duyduğumuzda farkına varırız — edebiyat, “gözardı edilmeyenlerin” hafızasıdır.
Bu yüzden “gözardı etmemek” yalnızca bir kelime değil, bir duruştur: bakmakla görmek arasındaki farkı bilenlerin duruşu.
Sonuç: Görmek, Hatırlamak ve Yazmak
Gözardı etmemek, edebiyatın özüdür. Her metin bir fark edişle başlar; bir insanı, bir acıyı, bir güzelliği ya da bir suçu fark etmekle.
Edebiyatın gücü, kelimeleri değil, bakışı dönüştürmesindedir.
Bir okur olarak biz de bu sürecin parçasıyız. Her okuduğumuz metin, bizden bir farkındalık talep eder. Çünkü bazen bir cümle, bir karakter ya da bir sahne bizi uyandırır.
Sonunda şu soru kalır:
“Gözardı etmemek” yalnızca yazara mı düşer, yoksa okurun da görevi midir fark etmek?
Yorumlarda kendi çağrışımlarınızı paylaşın; çünkü her yorum, fark edilmiş bir dünyanın yankısıdır.